Theo Van Doesburg’un keskin akılcılığı ve Piet Mondrian’ın düşünsel hayat becerisiyle gün yüzüne çıkan De Stijl, saf sanatın karşısında duran her şeyin yok edilmesi gerektiğini savunan yeni plastik sanatın evrensel ve bireysel arasındaki eşitliğini mutlak soyut bir anlatımla gözler önüne seren bir sanat anlayışıdır. Biçim ve rengi temel öğelerine indirgeyerek sadece beyaz, siyah ve ana renklerle yatay ve dikey çizgiler halinde bir düzen meydana getiren bu anlayışta kompozisyon, renk ve biçim temelinde sadece doğaya dair güzel olanın değil, çirkin olup güzel görünenin de ortaya çıkmasını sağlar.
Mondrian ve van Doesburg’un yapıtlarında birbirine katılmış kareler, dikdörtgenler ve onları birbirinden ayıran çizgilerle bir geometri söz konusudur. Zaten neo-plastisizm de bu anlamda sanatın geometrizasyona uğramış halidir. Mondrian ve van Doesburg’un beraber baş koyduğu bu De Stijl yolunda van Doesburg, sanatsal çizgisinin bir süre sonra değişime uğraması sonucu Mondrian ile anlaşmazlığa düşmüş ve durum dostluklarını bitirecek bir noktaya ulaşmıştır.
Piet Mondrian, yapıtlarında düz çizgiler kullanan ve temel renkler ile sade düzlemler yaratan bir ressam olmakla beraber dik açının bu anlamda sabit olduğunu ve neo-plastik biçim araçlarının özünü oluşturduğunu savunur. Özellikle Bart van der Leck ile tanışması sonrası keskin bir geometrik yönelim geliştiren sanatçı, artık tam anlamıyla soyut gerçek sanat olarak nitelendirdiği yapıtlarını ömrünün sonunda dek bu çizgide ölümsüzleştirir.
Theo van Doesburg ise Mondrian ile beraber yatay ve dikeylerle başladığı serüvene, doğaya dinamik bir tezatlık sunmak için 1924 yılında counter-construction diyagonallerini yapıtlarında işlemeye başlayarak devam etmiştir. Fakat bu durum büyük bir yankı uyandırmış, Mondrian’ın da tepkisine yol açmıştır. Hatta De Stijl dergisinin kuruluşundan iki yıl sonra Theo van Doesburg’a mektup yazarak kurucularından biri olduğu bu dergiden ayrılmıştır. Bu mektupta geçen “Eğik çizgiler kullanmandan dolayı bundan sonra seninle çalışmam imkansız.” ifadesi de aslında her şeyi özetlemektedir. Theo van Doesburg ise, arkadaşını bu düşüncesinden dolayı bağnaz sıfatıyla eleştirmiş ve aralarındaki tartışmayı, aynı dergide Stijl ilkelerini daha dinamik bir şekilde ele alarak alevlendirmiştir. Bu dinamik eylemi ise elemantarizm olarak isimlendirir.
Theo van Doesburg’un keskin dikey-yataylıktan, diyagonal çizgilere geçişinin altında yatan ana neden, yeni plastik sanatın ona yeterli gelmediği noktada, resmin artık günlük hayattan koparılmış görüntülerden ziyade, zihinde oluşan ruhani şeylerin temsili olması gerektiğine inanmasıdır. Bu açıdan sanatçının kendi sanatına getirdiği yeni düzen, resimlerinde sayısız varyasyona da imkan verir. Mondrian’ın savunucusu olduğu durumda ise doğadaki en temel şey zaten yatay-dikey karşıtlığıdır. Bu sebepten dolayı Theo van Doesburg’un doğaya dinamik bir karşıtlık önermek için ortaya attığı eğrilerini, sanatçı yaşamının sonuna kadar kabul etmemiştir.
コメント