Sanat tarihinin oluşumunu anlamak adına sözcük ve imge arasındaki bağlantıyı çözmek önemlidir. Horatius’un “Ars Poetica” kitabındaki ünlü benzetmesi ‘Ut Pictura Poesis’[1] bu bağlantıyı kurma da alımlayıcı üzerinde önemli bir rol oynar. Bu sözcükleri kullanırken Horatius, algıya dair önemli bir vurgulama yapmıştır. Buna göre, şiir ile resimden biri size ne kadar yakınsa hayal gücünü o denli tesiri altına alır, diğerinin de tesiri ne kadar uzaksa o denli artar.[2] Bu yüzden, alımlama açısından bir karşılaştırma yapmak doğru olacaktır. Aristotelesçi bir bakış açısıyla yaklaştığımızda resim ile şiirin doğada olanı mükemmel hale getirdiğini söylemek mümkündür. Biri bunu (resim) tasarım, diğeriyse (şiir) olay örgüsü üzerinden yapmaktadır. Şairlerin doğadan, kaynağı tek ve karanlık olsa da her şeyin bireysel ve açık seçik bir şekle sahip olduğu doğadan, daha çok ilham almaları gerekir.[3] Ressamlar için ise doğa, gözlemleyebilecekleri tek somut gerçekliktir.
Aristoteles’in Poetika’sı edebiyatın sınırlarını belirlemiş bir yapıt gibi görünse de aslında sanat alanındaki yazıların da bir çerçevesini oluşturmaktadır. 16 ve 18. yüzyıllarda sanat tarihi, yöntemsel açıdan edebiyat tarihinden ayrı düşünülemez bir nosyondur. Ne var ki, bu dönemlerde sanatla ilgili yazılanlar da edebiyat eleştirmenlerinin diliyle kaleme alınmıştır. Edebiyat eleştirisi bu yüzden sanat yazılarını tesiri altına almış durumdadır. İtalyan kuramcı Ludovico Castelvetro, Aristotelesçi yer, zaman ve eylem bütünlüğünün tanımının resme de uyarlanabileceğini ileri sürmüştür; tragedyanın aksine resim bir defada alımlanır ve bütünlüklere daha kolay adapte olur.
Tarih boyunca geleneksel açıdan edebiyata dair tek umut olan docere et dolcere[4], resim için de tek umut olmuştur. Sanatın ahlaki görevi olan eğitimin etkisi alımlayıcıya zevk vermediği sürece önemsiz bir durumdadır. Bir resmi inandırıcı ve ilgi çekici hale getirmenin, dolayısıyla zevk vermesini sağlamanın yollarından biri, resmin duyguları göstermesini mümkün kılmaktan geçer.[5]
Ruh halini görünür kılma, tutkuları açığa çıkararak alımlayıcıyı katharsis[6] haline getirme, edebiyatın olduğu gibi resmin de temel öğretisi haline gelmiştir.
Bu noktada incelememiz gereken bir başka kavram da “mimesis”tir. Terimin taklit anlamı, doğadaki şeylerin taklit edilmesinden gelir. Fakat doğanın kopyalanması değil, olması gerektiği şekilde taklit edilmesine dayanan bir anlamdır bu. Yunanca da kelime anlamı itibariyle zaten kopyalamakla değil taklit etmekle alakalıdır mimesis.
Peki bir sanatçı gözünden bakarsak, ideal olan nedir? Sözcük ve imgeler, Aristotelesçi açıdan doğaları nedeniyle ideal olanın peşindedirler. Doğada ideal olan şey, sanatçı için de ideal olansa, bu ideali çözümlemek adına doğadaki en mükemmel örnekler alınabilir veya exemplaria greca[7] taklit edilebilir. Bunlar dışında sanatçı, disegno interno[8] ile bir güzellik fikri arayabilir.
Leonardo Da Vinci Paragone delle Arti [9] yapıtında resmin şiire olan önceliği üzerine bilgiler vermiştir. Açıklamasının özeti şöyledir: “Resim, dilde görülemeyecek uyumlar üretir. Kulaktan üstün bir organ olan göze seslenir. Şiirin duyulması ve anlaşılması uzun zaman alır ama resim herkes tarafından hemen algılanır. Bu noktada resmin alımlayıcıya yönelik daha doğrudan bir psikolojik etkisi vardır. Duygulanımların daha hızlı yaşanmasını sağlar. Şiir ve edebiyat, insan üretimi olan uzlaşımlara yani sözcüklere temellenir. Diğer yandan resim, direkt doğanın imgelerine bağlıdır ve onları izleyici beğenisi için somutlaştırır.”
Eleştirmen Roger de Piles’ın düşüncesi de Leonardo Da Vinci ile aynıdır. İmgeleri daha doğal karşılayan de Piles, imgelerin herkes tarafından daha kolay algılanır olduğuna inanmıştır. Resmin evrenselliğini ve imgenin gücünü vurgulamıştır. Bu noktada resmin, şiirin yapaylığı karşısında daha natüralist bir görüş olduğu filizlenir. De Piles’in resme dair olan söylemi, Ut Pictura Poesis’e bağlı olan anlayıştan kopmaya katkı sağlamıştır. Resmin düzenlemesinin ve renklerin üzerine yoğunlaşarak izleyiciyi güçlü bir biçimde etkilemeye çalışmanın altını çizen Roger de Piles, anlatı ve taklidin resme etki gücünü veremeyeceğini söyler.
Sanat tarihini söz ve imge üzerinden okurken Ut Pictura Poesis’e dayalı antik gelenekler, resim ve şiirin aynı şey olduklarını iddia etmemiştir. Edebiyat ve resmin amaçlarının benzer olmasından dolayı bu karşılaştırma yapılmış ve bu iki sanat biçimi üzerinden çeşitli yargılara varılmıştır.
Karşılaştırmalı edebiyat ve dilbilim alanlarında çalışmalar yapmış ve sanat tarihi alanında da kapsamlı yazılara sahip Norman Bryson, “söz ve imge” arasındaki ilişkinin Batı kültüründe zengin bir geçmişi olduğunu söyler. Örneğin, İsa’nın çarmıha gerilmesini betimleyen bir resim, ilk defa İncil-i Şeriflerdeki bir hikayeden çıkmıştır. Resme sadece bakarak hikayesini bilmeden pekala üzerine düşünülebilir. Fakat metni anlamak imge ile ilgili anlayışı etkiler. Bu noktada imge ile sözcüğün anlamlarında da bir çakışma meydana gelir. Metni bilmeden imge üzerine konuşmak, Hristiyan geleneğinde olan "anlam meydana getirme" durumuyla pek örtüşmez. Yuhanna’ya Giriş’de şu açıklama vardır: “Başlangıçta ‘Logos’ vardı. Logos, Tanrı ile birlikteydi ve Logos Tanrı idi.” Burada Logos ‘söz’, aynı zamanda da ‘akıl’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Batının düşünsel geleneğinde söze; başlangıç, akıl, Tanrı, İsa gibi güçlü anlamlar yüklendiğini fark edebiliriz.[10]
1700’lü yıllara gelecek olursak, resmin izleyici üzerinde bıraktığı etkinin yoğunlaştığı ve izleyiciye verdiği hazzın da arttığı gözlemlenir. Resim bu anlamda daha özgürleşmiştir. Zaman geçtikçe de edebiyat, resimle daha fazla iç içe geçmiş bir kavram haline gelmiştir. Ön-Raffaellocu ressamlar doğayı yansıtmakla beraber, şiirden yola çıkıp resimler yapmışlardır.[11] Her resmin bir hikayesi vardır ve bu hikayeyi öğrenmeden resmi tam olarak kavramak mümkün değildir. Bu yüzden tarih boyunca imge ve sözcük üzerine konuşulmuş her şey, resim ve edebiyatın geldiği bu noktaya zemin hazırlamış, sanatın içselleştirilmesi adına alımlayıcıya daha geniş bir etki alanı sağlamıştır.
[1] Resim ile şiir birbirine benzer. [2] Bu bilgiler için kaynak kitap Vernon Hyde Minor, Sanat Tarihinin Tarihi, 2017, s.225. [3] Marcel Proust, Edebiyat ve Sanat Yazıları, 2020, s.17. [4] Öğretme ve zevk verme. [5] Vernon Hyde Minor, Sanat Tarihinin Tarihi, 2017, s.227. [6] Arınma olarak da bilinen Katharsis, Aristoteles'in Poetica adlı yapıtından alınmış bir sözcük olup; ilgili yapıtta trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatır. [7] Buradaki anlamı ile, “Büyük ustalar”. [8] İtalyancadan Türkçeye çevirisi “iç tasarım”. Buradaki kullanımı ise, Tanrının zihnini temsil eden bireyin kendi zihni anlamındadır. [9] Leonardo da Vinci'nin ölümünden sonra öğrencisi Francesco Melzi'nin onun notlarından derlediği Resim Kitabı'nın ilk bölümü, Paragone delle Arti (Sanatların Karşılaştırılması) ya da kısaca Paragone (Karşılaştırma) adıyla bilinir. [10] Vernon Hyde Minor, Sanat Tarihinin Tarihi, 2017, s.238. [11] http://lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR§ionID=12&articleID=1286&bhcp=1
Comments