top of page
  • Yazarın fotoğrafınazperi

19. Yüzyıl: Modern Sanatın İnşası

Güncelleme tarihi: 28 Kas 2020

19. yüzyıl, teknoloji ve endüstrinin toplumsal modernleşmeye katkı sağladığı ve sanatı da bu anlamda içine alan bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu yeniliklerin yanı sıra, sanatsal içerik bakımından da bir dönüm noktasıdır. Öncelikle sağlam bir altyapıdan gelmiş akademik anlayışın egemenliği altında olan sanat, dönemde bir savaşım içerisindedir. Avangard resimler ve bağımsız sergi arayışları 19. yüzyılda sanatın, Salon’dan ayrılarak uzaklaşma sürecini hızlandıran etmenler arasındadır. İlk olarak 1673’de Sanat Akademisi çıkışlı öğrencilerin eserlerini sergilemek üzere Louvre’da Paris Salonu adı altında gerçekleştirilen akademik sergiler, 1748’den itibaren ödüllü sanatçılardan oluşan jürilerin denetiminde düzenlenmeye başlanmıştır. Fransız İhtilali ile beraber aristokrasinin zayıfladığı, burjuvazinin ise güçlendiği bir gerçektir. 19. yüzyıla gelindiği zaman mitoloji kaynaklı anıtsal boyutlarda ele alınan bu yapıtlar, sanata ilgi duymaya başlayan yeni orta sınıf olan Burjuvaziye artık hitap etmez hale gelmiştir. Bu kalabalık yeni izleyici kitlesi, sanata daha yüzeysel bakarak günlük yaşam sahneleri, naturmort ve manzara resimleri gibi akademik olmayan bir resim talebinde olmuşlardır. Bu noktada Manet ve Courbet gibi yenilikçi sanatçılar da burjuvazinin ilgi göstermeyeceği eserler üretmişlerdir. Salon da haliyle bu gibi yenilikçi sanatçıları reddetmiştir. III. Napoléon’un ise reddedilen eserler için 1863’de açtırdığı Salon des Réfusés (Reddedilenler Salonu) büyük tepki toplamıştır. Gerek ahlaki yönden gerekse biçemsel olarak uygunsuz bulunan Manet’nin eserleri de burada sergilenmiştir. 20. yy modern sanatına kapı açan bu sergi, geleneksel sanatın tabularını kıran, akademinin kuralcılığından tamamen sıyrılmış yapıtları bünyesinde barındırmıştır.

1830’larda, doğalcı fakat nesnelliğe önem veren idealizasyona dair her şeyin reddedildiği bir üslup ile karşı karşıya gelinir.

Honoré Daumier, Gargantua, 1831.
Honoré Daumier, Rue Transnonain, 1834.

Buna bağlı olarak Auguste Comte ve Pozitivist felsefe etkili realist özellikler taşıyan Honoré Daumier’nin üslubu, dönem için oldukça dikkat çekicidir. Siyasi yönden hiciv ve ağır toplumsal eleştirinin tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği sanatçının “Gargantua” eseri, her ne kadar dünya karikatürünün babası olarak görülen Daumier’nin 1832’de 6 ay hapis yatmasına sebep verse de döneme damga vurduğu aşikar olan bir çalışmadır. Neticede karikatürün dönemde yapılmış eleştirilerin en ağırlarından biri olmasının sebebi, resimde Kral’ın Burjuvadan aldığı destekle ilişkili olarak; işçi sınıfı, orta ve alt kesim üzerinden Kapitalizme atılan büyük bir taşın söz konusu oluşudur. Realizme daha da yaklaşan bir anlayış sergileyen “Rue Transnonain” eseri ise “Gargantua” ile karşılaştırıldığında Daumier’nin sanatının gelişimi açısından önemli bir noktadadır. Realist özelliklerin yoğunlaştırıldığı bu resim, politik bir eleştiri barındıran içler acısı bir gerçeği de gözler önüne sermektedir. Yapıtın hikayesi ise şu şekildedir: Fransa’da Nisan 1834’de Kral Louis Philippe’in Cumhuriyet karşıtı tedbirlerinden sıkılan halk, ayaklanma başlatır. Barikatların kurulduğu, halkın da kendini savunmaya geçtiği sokaklardan biri olan Transnonain Sokağı da büyük bir katliamın yaşanacağı yerdir. Ordunun saldırısı üzerine sokaktaki evlerden birinden açılan ateş sonucu bir Fransız askeri hayatını kaybeder. Askerin ölümünden sorumlu kişi aranırken, sığındığı apartman tespit edilir. Bu apartman, işçilerin yaşadığı bir apartmandır. Askerler sorumluyu ararken apartmanı basmış fakat kişiyi bulamayınca burada yaşayan tüm işçileri, aileleri ile beraber bir katliama sürükler. Toplumun acımasızlıkla katledilişine dair evlerden birine ait o an ise Daumier tarafından “Rue Transnonain” eserinde olduğu haliyle aktarılmıştır. Ne var ki Daumier’nin olayı resmedişi, haliyle büyük tepki toplamıştır. Kral Louis Philippe ise resmin piyasadaki tüm kopyalarının imha edilmesini emretmiştir.

Bir diğer yandan sanat otoritesine sıklıkla başkaldıran Gustave Courbet’nin de L’art pour l’art (Sanat için sanat) anlayışından uzak, toplumsal gerçekleri nesnel olarak ele alan resimler gerçekleştirdiğini görürüz. Akademik resimde asla kabul görmeyecek çirkin gerçeği gün yüzüne çıkaran sanatçının, özellikle 1840’ların gündelik yaşamında işçileri ele alış biçimi dikkat çekicidir. “Taş Kıranlar” resmi hem adaletsizliği ele alırken hem de fakirliğin doğalcı tavrını ortaya koyması açısından bu duruma örnektir. Courbet’nin bir anlamda akademik anlayışa ve burjuvaya savaş açtığının resmi bir belgesi gibidir. Resim, işçi sınıf üzerinden sosyalizm ile ilgili derin mesajlar barındırmaktadır.

Gustave Courbet, Taş Kıranlar, 1849.

Courbet sanatında, herhangi bir yerme amacı gütmediğini söyler, bununla beraber her zaman en temel görevinin sosyal aykırıklıkları yok ederek gerçeği açığa çıkarmak olduğuna inanmıştır. Yoğun eleştirilere rağmen

Courbet’nin gerçekçiliği Edouard Manet’yi fazlasıyla etkilemiştir. 19. yüzyıla damga vuran ve alışılagelmiş sanat anlayışını başka bir evreye taşıyarak, sanatta kopmayı tam anlamıyla gerçekleştirmiş bir sanatçı olan Manet, “İnsan kendi gününü resmetmeli ve gördüğünü betimlemeli” görüşünü benimsemiştir.

Edouard Manet, Kırda Öğle Yemeği, 1863.

Manet, sanatçıların hala 19. yüzyılda mitoloji ve tarih betimlemelerini anlamlandıramamıştır. Realizmin ilkelerinin etkisi altında kalmış Manet’nin de “Déjeuner Sur l’Herbe” yapıtı, Courbet’nin resimleri gibi Salon Jürisi tarafından reddedilmiştir. Eser ne kadar alay edilirse edilsin dönemde ilgi odağı olmayı başarmış ve bir skandal olarak nitelendirilmiştir. Dönemde baş göstermiş Japonizm etkisini de benimseyen Manet, Japon resminin dekoratif, iki boyutlu dünya algısını da sahiplenmiştir. Bir diğer yandan “Un Bar aux Folies Bergère” eseri de benzer kural sapmalarından ibaret görsel bilmeceli bir başka Manet resmidir. Optik yanılsama ile anlık bir izlenim vermeye çalışan Manet, bir noktada Empresyonizm akımının doğuşuna da zemin hazırlamıştır.

Realizmin dünya sanatındaki yansımaları da oldukça ilgi çekicidir. Almanya’da Adolph von Menzel, Wilhelm Maria Hubertus Leibl gibi sanatçılar da işçi ve köylü yaşantılarını duygusallıktan tamamen uzak, saf bir nesnellikle yansıtmış ressamlardır. Almanya’nın ardından Realizmin etkisinin hissedildiği bir başka ülke de Rusya’dır. Rus Gerçekçiliği, sıradan insanı konu alarak hümanist bir yaklaşımla Rus halkına sanatı sevdirerek ve sanat zevkini benimsetmeyi hedeflemiştir. Ilya Y. Repin gibi Rus sanatında Gerçekçilik akımını temsil eden önemli sanatçılar, 19. yüzyıl sosyal meseleleri üzerine nesnel bir eleştiri oluşturmuşlardır.


İngiliz sanatında ise Realizmin resme, Pre-Raphaelite Brotherhood ile bir yansıması olmuştur. Klasik sanatın zarafetine ve geleneklerine yeniden dönme amacıyla 1848 yılında İngiltere’de; Dante Gabriel Rossetti, William Holman Hunt ve John Everett Millais’den oluşan sanatçılar öncülüğünde kurulmuş bir topluluk olan PRB, (Pre-Raphaelite Brotherhood) Raffaello’ya göre sanatın en önemli unsuru olarak kabul edilen güzelliğe bağlı kalan eserler gerçekleştirmeyip, Raffaello’nun üslubunun temsil ettiği sınırsızlığa meydan okuma yanlısı olduklarını belirtmiştir. Bu grup, Ortaçağ döneminin duygusallığını ve içtenliğini doğa gözlemiyle ele alarak, Rönesans’ın kalıplaşmış kurallarından sıyrılan bir sanat anlayışı ortaya koymak istemiştir. John Everett Millais’nin “Ariel Tarafından Kandırılan Ferdinand” yapıtı, sanatçının fonu Ön Raffaellocu ilkelere temellendirerek resmettiği ilk en plein air (açık hava) resmidir. Resmin edebi ilham kaynağı William Shakespeare’e ait “Fırtına” oyunudur. Doğaya yakınlaşmanın tek yolunun doğada resmetmek olduğu görüşüyle hareket eden PRB, bu yüzden açık havada resmetmeyi tercih etmiştir.


J.E. Millais, İsa Ebeveynlerinin Evinde,1850.

PRB ressamları, doğal gerçekliğe bağlı kalarak modern yaşantının bir parçası olan sosyal meseleleri çeşitli konular üzerinden aktarmaları sebebiyle Gerçekçilik akımıyla ilişkilendirilmişlerdir. Yine Millais’nin” İsa Ebeveynlerinin Evinde” yapıtı bu anlamda önemli bir eser olarak karşımıza çıkar. Resimde temizlenmemiş tırnaklar ve fondaki Azize Anna figürünün çalışmaktan kızarmış elleri gibi detaylar tüm gerçekliğiyle ele alınmıştır. Ağır eleştirilere maruz kalan eser ile beraber, PRB’nin de akademi gelenek ve sertliğine meydan okuma cesareti, büyük tartışmalara sebep vermiştir. William Holman Hunt’ın ise sergilenmiş ilk dini konulu resmi olan “Dünyanın Işığı”, maneviyata ters düşen bir gerçekçilik sunuyor olması sebebiyle hayli eleştiri almıştır.

Bir diğer Kardeşlik ressamı olan Rossetti, sanatıyla bir sonraki Ön Raffaellocu kuşağa esin kaynağı olmuş, estetizm ve sembolizm gibi gelişmeleri de öncelemiştir. Bununla beraber PRB’nin içinden doğan Arts and Crafts hareketi, 1890’larda Art Nouveau’yu da kamçılamış, özellikle de Rossetti’nin yaklaşımları Sembolizm’e katkı sağlamıştır. Rossetti’nin öncülüğünde şekillenen ikinci PRB hareketi, 1970’lerde baş göstermiş olan Estetik Hareketi’ni Japonizm ile birleşerek Realizmin özelliklerinden arınmış sanatsal zevk ve kişisel ifadeciliği konu almaya başlamıştır.

İngiltere’de sanatın kırılma noktalarından geçtiği bu dönemde Whistler Realizm akımından etkilenerek, 1861 itibariyle Manet esintili Japon estamplarından kurguladığı renk odaklı çeşitli çalışmaları sanatına katmaya başlamıştır.

Whistler, Nocturne In Black And Gold, The Falling Rocket (1872 ? 1877)

Whistler’ın "Siyah ve Altın Renkli Noktürn, Düşen Havai Fişek" yapıtı, Monet ve Pissarro gibi izlenimcilerin yaklaşımlarına benzer niteliklere sahiptir. Resim aynı zamanda, Amerika’da baş gösteren resimde müzikal harmoni ile renk uyumunun altının çizildiği "Tonalizm" hareketinin de öncüsüdür.


19. yüzyılda İtalya’da yansıma bulan Gerçekçilik akımı, 1870’de Risorgimento’nun (İtalyan Birliği) gerçekleşmesiyle kurulan, Macchiaioli Ressamları grubu sayesinde sanata da aktarılmıştır. Bu sanatçıların yapıtlarında renk kuramının önemini açıkça görebiliriz. Toscana hayatını son derece gerçek, sade ve içten bir anlayışla işleyen sanatçılar, Batı sanatında İdealizm'den Realizm’e geçişte kaydadeğer bir yol izlemişlerdir. Bununla beraber Amerikan sanatında Hudson River Ekolü ressamlarının John Constable’ın çalışmalarını takip eden, milli bir sanat anlayışını özümsedikleri görülür.

Macchiaioli Painter: Giovanni Fattori, Haystacks.

Sonuç olarak izleyicinin görme şekline dair algısını bütünüyle değiştiren 19. yüzyılın sanatında, sanatçıların modernliğe dair tecrübelerini son derece karmaşık fakat gerçeği tamamen içselleştirerek sanatlarına yansıtmaya çalıştıkları görülür. Sanatçılar döneme dair olguları eserlerine katarak, yenilik arayışlarından vazgeçmemişler, değişimin ve dönüşümün farkında olarak bu birikimlerini 20. yüzyılın sanatına aktarmışlardır.

202 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page