Her yerde duyduğumuz sanat kelimesini aslında tanımlamak, çok da kolay değildir. En genel anlamıyla yaratı ve hayal gücünün dışavurumu olarak anlaşılsa da, nelerin sanatı kapsayacağı veya kapsamayacağını belirlemeye yönelik çeşitli değerler mevcuttur. Bu durum daha çok akademik çevreler tarafından tartışmaya açık bir konu haline gelmiştir. Kelime olarak, İngilizcede "art", Almancada "kunst", Türkçede de Arapça kökenli "sanat", anlamsal açıdan her zaman suni ve yapay olmaya dair bir anlatım içerir. Geniş bir anlam yelpazesi varmış gibi görünen sanat kelimesinin bugünkü şekliyle kullanımı da, Avrupa’da Rönesans zamanı başlar. Bunun öncesinde sanata dair direkt olarak bir tanım bulunmaz. Bu tanım; bu tür işler yapmak için özel eğitimden geçmiş birinin sıra dışı yetenek ve esinle yarattığı resim, heykel, çizim, yazı veya binadır.[1]Ne var ki tanımın bir sorunu vardır; insan uğraşı sonucunda ortaya çıkan işlerin bir kısmı sanatın dışında kalır. Eğitimsiz ama yetenekli çeşitli insanların ellerinden çıkan birçok şey sanat olarak kabul edilmez. Yüksek sanat ve halk sanatı anlamına gelen alt sanat şeklindeki kavram bütünleri de buradan doğmuştur. Vatikan Müzesi’nde bulunan Apollo Belvedere ve Belvedere Torso heykelleri yüksek sanat kapsamına girerken, 19. yüzyılda Afrika ve Pasifik gibi bölgelerde ele alınmış resim, heykel veya mimari eserler de alt sanatın kapsamına girer.
Günümüzde , herhangi bir beceri ürünü olarak görünmeyen ve oldukça basit addedilen modern sanatın dahi bu kategoriye sokulmaya çabalandığına şahitlik ederiz. Modern sanatı bu şekilde dışlamak ve yokmuş gibi davranmak elbette doğru değildir. Fakat sanat kelimesinin tanımındaki kavramsal karmaşa, süre içerisinde değişime uğrasa da özünde toplum tarafından her şeyin sanat olarak benimsenememesine yol açmıştır. Sanat, bir başkasının yansıttığı duyguları görerek ya da duyarak algılayan birinin, bu duyguların aynısını yaşaması temeline dayanan bir etkinliktir.[2] Bu yüzden insanların büyük bir çabayla ele aldıkları ve yaratım sınırlarını zorladıkları şeyleri sanat dışı bırakmayıp anlamaya çalışarak ruha dokunmasına izin vermek önemlidir. Sanatı nelerin içereceğine dair yorum yaparken de esnek davranmak, sanatın kapsayıcılığı konusunda bir açıklık sağlayacaktır. Bir diğer yandan insan işi olarak ortaya çıkan şeyleri sanat yapıtı olarak kabul etmek, sanatı daha fazla sorgulamak ve daha fazla araştırmak için de bir zemin hazırlayacaktır. Bu nedenden dolayı kısıtlanmış bir sanat tanımıyla yetinmek, hayata daha dar görüşlü bir pencereden bakmakla aynıdır.
Sanatın temelinde, özünde basit gibi görünen ama düşündürücü üç tane kavram yer alır. Bunlar; “İyi, Güzel ve Gerçek”tir. İyi, tanımlanamayan, ama kendisinden başka her şeyi tanımlayan kavramdır.[3] Bu yüzden yaşamın her alanında toplumların en sık kullandığı kelimeler arasındadır. Güzel; kelime itibariyle içinde görkemli bir anlatım barındırsa da, kendini iyi’den ayırarak sadece tutkulara hitap eder. Bu yüzden güzel, duygulara derinden seslenen bir tezahürdür. Üçlemenin son öğesi olan gerçek ise, diğer kavramlardan uzak, bağımsız, kendi başına bir kavramdır.[4] Sanata dair yapılabilecek en somut ve en saf tanımlar, gerçek’den geçer. İyi ve güzel; göreceliği yüksek kavramlardır. Gerçek, bunlardan sıyrılarak var olanla ilgilidir.
Elbette sanatı yorumlarken; güzel veya çirkin, iyi veya kötü şeklinde nitelendirme kalıplarını kullanmak doğru olmaz. Bu kavramlar sadece, sanatı sanat yapan belli başlı değerlere öncülük eder. Bu yüzden yorumlama da geniş bir kavram haritası oluşturmak, bu üçlemenin öğelerinin doğru anlamlarını özümsemekten geçer.
Comentários