top of page

Feminist bir sanat tarihi mümkün mü?

Kadınların sanat tarihindeki yerine şöyle bir baktığımızda, aslında hiçbir şeyin bugünkü gibi açık olmadığını ve feminist sanat dediğimiz kavram bütününün çok geçmişe gitmeye gerek kalmadan, günümüze yakın bir zamanda ortaya çıktığını görüyoruz. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken gelin biraz feminist sanat tarihini inceleyelim…


Öncelikle sanatın ve tarihinin eril oluşu, 1970’lere kadar gündemde olmayan bir konudur. Bu süreye kadar müze koleksiyonlarına ve sanat tarihi kitaplarına bakıldığında, tarih boyunca neredeyse hiç kadın sanatçının yaşamamış olduğu veya yaşamış olsa dahi, sanatsal anlamda bir katkıda bulunmamış olduğu kanısına varıyoruz.

Bugün ise, yakın geçmişe dayanan bir feminist eleştirel birikimin kaydı tutulabiliyor. Üstüne, neden kadın sanatçıların sanki hiç var olmamışlar gibi görüldüklerini de sorgulamamız artık daha mümkün. Sanat tarihinin feminist bakış açısıyla bu şekilde sorgulanması, 1971’de Linda Nochlin’in “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” adlı makalesiyle başlar. Buradaki “büyüklük” üzerine olan tartışma, aslında bir zıt kavram çifti olarak, küçüklük kavramına da bir göndermedir.

Artemisia Gentileschi, Resim Yapmanın Alegorisi Olarak Otoportre,1638-1639

Nochlin, sanatsal başarıyı belirlemede kurumsal etkenlerin önemini vurgulayarak, üstün yetenek ve deha kavramlarına da aslında bir noktada meydan okumuştur. Sanatsal anlamda “büyüklük” kavramı, birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Burada bahsedilen büyüklük standartları değil, bu standartların temelini oluşturan değerlerdir. Büyük sanatçı, yüzyıllardır deha sahibi sanatçı olarak görülmüştür. Bu malum büyüklük sorusu da, aslında icra edilen sanatın, tanımlanabilir toplumsal kurumların onayından geçerek saptanmasıyla ilişkilidir. Örneğin 17. yüzyıla damga vuran Barok dönemde, ünlü İtalyan sanatçı Artemisia Gentileschi’nin, Caravaggio ile karşılaştırıldığı ve Gentileschi’nin Caravaggio’dan etkilendiği düşünülür. Bu yüzdendir ki bir kadın sanatçı olarak Gentileschi’nin eserleri daha değersiz görülmüştür. 19. yüzyıla geldiğimizde, Edgar Degas ile karşılaştırılan Mary Cassatt’nın bile başına aynı şey gelmiştir.

Nitekim kurumsal doğadan ötürü “deha” olamama sorunsalı, sanat tarihine baktığımızda zaten belirgin olarak 19. yüzyılda karşımıza çıkar. En fazla kadın sanatçıyı gördüğümüz bu yüzyılın Fransa’sında, evrensel bir ayrımcılık söz konusu olmuştur. Aslında Emily Mary Osborn’un 1857 tarihli “Adsız ve Kimsesiz” başlıklı tablosu ile Maurice Bompard’ın “İlk Modellik Tecrübesi” eseri, bu durumu görsel olarak özetler niteliktedir. Birbiriyle aynı şeyleri söylemek isteyen bu yapıtlar, 19. yüzyıl kadınının sanatçı olamayışının bir haykırışıdır.

Emily Mary Osborn, Adsız ve Kimsesiz, 1857

Maurice Bompard, İlk Modellik Tecrübesi, 19.yy

Feminist sanat tarihinde ele alınması gereken bir başka paradoks da temadır. 18. yüzyılın ortalarında Barok sanata bir tepki olarak ortaya çıkan Rokoko akımı, her ne kadar kadınsı görünse de, yapıtlarıyla ön planda olanlar daha çok erkek sanatçılar olmuştur. Diğer yandan, 19. yüzyılda bir kadın sanatçı olarak Rosa Bonheur, at betimlerinde o kadar narin ve ince bir üslup takınmamıştır. Kadına veya ev içi yaşam sahnelerine baktığımızda, erkek sanatçıların da bu temaları eserlerinde ağırlıklı olarak işlediğini görürüz. Bu durumda ne kadın sanatçıların erkeklerden, ne de erkek sanatçıların kadın sanatçılardan kesin surette etkilendiğini söylemek mümkündür. Feminist eleştirinin amaçlarından bir tanesi de, bu durumu görünür kılmaktır.


Rosa Bonheur, At Panayırı, 1852–55

Büyüklük sorununa yeniden döndüğümüzde, aynı güzellik gibi bu meselenin de postmodernizm için bir konu olmaktan çıkması, bize 20. yüzyılda “yeni kadının” doğuşunu müjdeler. Özellikle fotoğrafçı Cindy Sherman’ın fotoğraflarına bakıldığında, güzellik karşıtlığının bir yansımasını görürüz. Sherman’ın çektiği fotoğraflar, kadınları nasıl gördüğüyle ilgili değil, erkeklerin kadınları nasıl algıladıklarıyla ilgilidir. Bir kavramsal sanat malzemesi olarak bu fotoğraflar, dönemin kadınının eril egemen bir toplumda nasıl görüldüğünü gösterir.

Cindy Sherman, İsimsiz, 1975

Sonuç olarak feminist sanat tarihinin görevi erkek dünyasında kabul görmek veya bu dünyaya egemen olmak değil, aslında sanat tarihinin kendisini eleştirmektir. Şüphesiz feminist bakış açısıyla sanat tarihinin yerleşik yapısı sorgulanmak istenmiş ve feminist sanat tarihi yazımına büyük kadın sanatçıların dahil edilmesi, bir kadın duyarlılığından çok, kadın sanatçıları da doğal olarak bu kanonun ikonik sistemine alma çabasıdır.


Cindy Sherman, İsimsiz, 1975





Ne var ki, temel bir kuramsal sorun olarak feminist sanat tarihi ile ilgili cevaplanmayı ve hatta sorgulanmayı bekleyen sorular ve konular hala mevcuttur.










39 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page